
Ön Not: Bu yazıda kullanılan "BEN" asla ve asla ben değildir, bu "BEN" tek yürek olan "BİZ"dir
Ben ilk gittiğim maçta babamın kucağında uyudum
http://twitter.com/
Harbiye Nazırlığı: "İstanbul'a gel" diyordu. Padişah: "Önce hava değişimi al, Anadolu'da bir yerde otur; ama bir işe karışma." diye başladı. Sonunda, ikisi birlikte: "İlle gelmelisin" dedi.
"Gelemem" dedim. En sonra, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, Sarayla açılan bir telgraf başı konuşması sırasında, birdenbire perde kapandı ve 8 Hazirandan 8 Temmuza değin, bir aydır süren oyun sona erdi. İstanbul, o dakikada benim resmi görevime son vermiş oldu; ben de o dakikada, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat 10.50 sonrada (22.50'den sonra) Harbiye Nazırlığına, saat 11.00 sonrada Padişaha görevimle birlikte askerlik mesleğinden çekildiğimi bildiren telleri çekmiş oldum.
Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmi görev ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız ulusun sevgisine, şefkat ve cömertliğine güvenerek onun bitmez verim ve güç kaynağından (feyz ve kudret menbaından) esin ve kuvvet alarak vicdan görevimizi yapmaya devam ettik.
En Büyük Fenerbahçe'li
Mustafa Kemal Atatürk
Oğlum o forma giyilir mi bu sıcakta,naylonyakar seni pişersin dedi...Annem anlamadı
Kendi gitmemiş gibi, kafanı gözünü kırarlar o maça gitmeyeceksin dedi...Babam anlamadı
Fenerbahçe maçı var izin vermezsen kaçarız dedik...Mahmut Hoca anlamadı
14 Şubat yalan ,uydurma,bu deplasmana gitmem lazım dedim...Sevgilim anlamadı
Saat 23:18'di Boliç ManU'ya golü attığında GOooOooL diye inlettim siteyi...Komşum anlamadı
Tamam o iş yemeği önemli ama, bedenim olsa da ruhum o masada olmaz dedim... Patron anlamadı
Bana iltimas geçme ama aynı maç içinde çelişkili kararlar verme dedim...Hakem anlamadı
Bir fıstıkla saha mı kapatılır dedim...Tahkim anlamadı
Bir maç 16 dakika uzatılmaz, maçtan önce elinde çanta dolaştıranlar nerede dedim...Kamuoyu anlamadı
Elinizde delil yok,böyle şike araştırması, böyle tutuklama olur mu dedim...Mahkeme anlamadı
Bak bizim gücümüzü hala kestiremediniz,yargısız infaz yapıyorsunuz dedim...Medya anlamadı
Öyle bir sevgi ki tarif edilmez,Fenerbahçe'li olmayan kimse sevemez dedim...Bizden olmayan anlamadı
Artık anlatma zamanı, gerekirse meydanlarda bağırarak, gerekirse biz bize yeteriz diyerekten bizden olanı çağırarak
Yaşa Fenerbahçe...
Mehmet Ali Mesruoğlu
Gece yatağına yatıp ışıklar söndüğünde,kah forvet olup goller atmış , kah kalesinde devler yaratmış, Kah Can,Leter,Kah Rıdvan,Alex olurmuş...
Maça gideceği günün öncesi gece uyuyamamış,bir aksilik olur da gidemezsem diye karın ağrıları çekmiş, maç için evden çıkma saati bir türlü gelmemiş...
Küçük bir çocuk olarak gittiği tribünde,ürkek ama bir o kadar çoşkulu bir şekilde tezahüratlara katılmış sonra boğazlarını patlatmış...
Büyümüş okullu olmuş, orada de rengini belli etmiş, arkadaşlarıyla okulu kırıp hafta içi kupa maçına gitmiş...
Stadın önünde gişeler açılsın diye sıra beklemiş, aynı yağmurda ıslanmış, ayağı çukura girmiş çorabını sıkarak suyunu çıkarmış...
Cebinde kalan yemek parasını, arkadaşa bilet lazım fonuna atmış, 3 tanesi bilmem kaç kuruş simitle idare etmiş,onlarıda paylaşmış...
Flört zamanı kız arkadaşı ile buluşmalarını,Fenerbahçe maçlarına göre ayarlamış, gitmesi gerektiği bir deplasmanda ayrılmışlar...
Spor Toto oynarken bankosu belliymiş,süpriz kuponu tutsa 12 puanlık hafta olurmuş...
Ligin sonları yaklaştıkça ,matematik profesörü tadında hesaplamalar yapar,Fenerbahçe'sini şampiyon yapacak formülü bulurmuş...
Fenerbahçe marşı çalınan bir düğünde evlenmiş, sonra çocukları olmuş,Adı Ogün,Selçuk,Cemil'miş...
Feneriumdan önce zamanlarmış, fakat, çocuğun patiğinden tulumuna her renk sarı lacivertmiş,bütün hayatında olduğu gibi...
O aslında Fenerbahçe'ymiş, her kötü netice ertesinde iş yerinde manalı bakışların odağıymış...
Topu görse bomba diye karakola gidenler,onu kızdırmaya çalışır, aynı zamanda Fenerbahçe ile her konunun en bilgili danışmanıymış...
En önemli maç öncesi "Bilet Bulubilirmiyiz?" "Bu hafta ne yaparız?","Şampiyon olabilecekmiyiz?" sorularının tek adresiymiş...
Rahatsızlanmış ameliyat olmuş,ameliyattan çıktığında maçı sormuş, dikişleri alınmadan maça gelmiş...
Milli maç bile izlerken ,Fenerbahçe'li futbolcuyu ayrı seyreder, onun golünde asistinde,kurtarışında bambaşka sevinirmiş...
Fenerbahçe'li olduğunu söyleyen sanatçıyı çok sever,yarışma programında Fenerbahçe'li olduğunu açıklayan yarışmacıya dua edermiş...
Ratingi artsın diye Fenerbahçe TV'yiaçık bırakıp evden çıkan apartman görevlisinin sırtını sıvazlarken gözlerinden akan yaşlara hakim olamazmış...
Hangi yaşta olursa olsun, Saraçoğlu basamaklarını aynı heyecanla koşa koşa çıkarmış bir an önce sahayı görsün diye...
Hep destek, tam destekler slogandan öte hayat tarzıymış, ilk ve tek kavgasını kendi futbolcusuna küfreden bir adamla yapmış...
İnancı kendine kalsın ama, belki de hayatta hiç bir şeye tuttuğu totem kadar inanmamış...
Maç çorabı ,forması,atkısı seçilir,gidilecek yol özenle belirlenir gün gelir uğursuz ayakkabı çöpü boylarmış...
Bu renkdaş kim biliyormusunuz?
Bu renkdaş kim değil kimse değil...
Bu bir kimlik işte böyle bir şeydir FENERBAHÇE'lilik...
Mehmet Ali Mesruoğlu
Gençlerbirliği - FENERBAHÇE: (2 - 4)
Bu maç için “gerçekten de zor maç” diyenler haklıydı. Hem 8 de 8 zorlanacak, hem sezonun 2. yarısına takviyelerle girmiş bir takımla karşılaşılacaktı. Gençlerbirliği’nin daha çok
Z.T.Kupasına konsantre olması beklenirken Fenerbahçe kadar hırslı oldukları maç başlar başlamaz belli oldu. Bu yıl Fenerbahçe’nin maçlarını hep iki bölümde oynadığı görülürken bu maçı çok daha fazla bölüme ayrılarak farklı farklı oynadığı görüldü.
Aykut Hoca’nın istediği şekilde maça, Fenerbahçe kontrollü, bol geri paslı başladı. Gene düşündüğüne uygun bir de gol geldi. Lugano kendine has gollerden birisini atarken iddia edildiği gibi golde ofsayt yoktu. Beki kafaya çıktığında rakibe de çarpan topun yönü değişmiş ve rakipten gelen top halini almıştı. İşlerine gelmeyenler tersi yorumları yapıp dururken topun nasıl yön değiştirdiğini hiç irdelemiyorlardı. Sonra da haklı penaltı golü geldi. Kaleci Niang’ın hızla önüne çıktığında topa ulaşamayacağını ya bildiği halde bu çıkışı yapıp onu engelliyordu ya da bilmeden penaltıya neden oluyordu. Her zamanki medyatik Fenerbahçe karşıtları ise ısrarla tersi yorumlara devam etmekteler.
Bu maçın ilk bölümüydü ve Fenerbahçe için zor görülen maçta Alex’in Leftervari penaltı atışıyla henüz 22. dakikada net bir skora ulaşmıştı bile. Sonra Fenerbahçe durdu ve 2. Bölüme geçti. Tabii bu durmak ilk yarı bitinceye kadar 2-2 beraberliğe kadar ulaştı. Selçuk’un önemli bir oyuncu olduğu anlaşıldı. Tehlikeli geleni yakın presle karşılayan oyuncu sayısı azalmıştı. Ev sahibi takım çok pasla gelebiliyordu. İkinci bölüm de ilk yarıyla birlikte sona erdi.
Sonra ikinci yarı Fenerbahçe’nin futbolunda 3. Bölüm başladı. Artan kar sahayı yoğurtlu ıspanak görünümüne getirivermişti. Artık bu sahada geri paslarla kontrollü futbol diye bir şey düşünülmezdi. Uzun paslara geçildiğinde de yıldızlar sahneye çıkıyordu. Bu kez Fenerbahçe’nin bu maçtaki 4. Bölümü de 62. dakikada golle başlıyordu. Bu bölümde yıldızların tekniklerini konuşturarak attığı 2 gol vardı. Durum 3-2 ye geldiğinde ise taraftar pek sevinemiyor ne olacağını hala belirsiz görüyordu. Ne var 4. Gol artık bu maçın kazanıldığının ilanı gibiydi. 4. Golden sonra da 5. Bölüm de başlamış ve Aykut Hocanın istediği kontrol zemine rağmen ele alınmıştı. Bunda kondisyonu daha zayıf olan Gençlerbirliği oyuncularının mental olarak pes etmelerinin de etkisi vardı. Top rakipteyken orta sahada daha önce görülen pres artık kalmamıştı.
Fenerbahçe 5 bölümlük maçı farklı kazanarak şampiyonlukta ne kadar iddialı olduğunu tekrarlıyordu. Maçın en iyileri başta Emre olmak üzere, iki müthiş kurtarışıyla Volkan, her topa yetişen, savunmada da hücumda da varım diyen Mehmet Topuz ve tabiî ki maçı kazandıranlardan olan Alex en iyileriydi. Kötü oynayan olmadığı gibi değişiklikler sonrası şans verilen Güiza’ya seyirci desteğinin ironik mi yoksa gerçek bir destek mi olduğu anlaşılmıyordu.
Andre Santos ile Lugano’nun maç biterken 4. sarı kartlarını alma çabaları ise derbi öncesi akıllı ve profesyonelce davranışlar olarak yorumlanmalıdır. Üstelik Konyaspor maçının hakemini de çeşitli iddialar altında kalmaktan kurtarmış oldular. Fenerbahçe ender görülen 8 de 8 galibiyetini yaparak önce kendi sahasında karşılaşacağı ligde zor durumdaki Konyaspor maçını sonra da ilk kez bir Cuma akşamı oynanacak olan ve yeni sahasında yenilgi ile karşılaşmak istemeyen ezeli ve ebedi rakibi ile oynayacağı derbi maçını bekliyor. Du bakalım ne olacak……
Gelecek maçta buluşmak üzere hoşça kalın.
YMM. Okan İnanç
FENERBAHÇE - Kasımpaşa: (2 - 0)
Alex’in tek başına kazandırdığı kaçıncı maç hesaplamadım ama gene kazandırdı işte. Tabii çok önemli bir 3 puanı beraberinde getirerek. Tabii bu kez tek başına demek Volkan’a haksızlık olacağı için onun adını da ayrıca yazmak gerekiyor.
Maça çok iyi başlayan takım dakikalar ilerledikçe yavaşladı. Bu yavaşlamada neden olarak Aykut Hoca’nın macera aramadığını anlattığı
Kasımpaşa kapanarak ve tamamen geriye yaslanarak oyuna başladı. İlk devre boyunca bir lig maçında rakip kaleciyi bir şutla bir de birlikte gelinen tek bir akınla yoklayan bir takıma karşı oynamanın zorluğu ortadadır. Belki Fenerbahçe’nin çok daha fazla orta yapması, çok daha fazla şut çekmesi golü erken bulmasına yardımcı olabilirdi. Ne var ki bu eylemler peşinden top kayıplarını da getireceği için pek istenilmiyor. O zaman da yavaş futbol oynanıyor tepkileri ile karşılaşmak kaçınılmaz olmakta. Parola artık anlaşıldı: Dikkatli oyna gol yememeye çalış nasıl olsa atarsınız.
İlk yarının golsüz biteceği düşünülürken bir faul atışı kazanıldı. Alex gol atacağı içine doğmuşçasına yeri konusunda hakemle ilk kez şahit olduğumuz bir tartışmaya girişti Hatta pek yapmadığı bir şey yaparak hakem, mesafeyi adımlamak üzere arkasını döndüğünde iki kez topu 30-40 santim ileriye almaya çalıştı. Hakem geri dönerek müdahale etti. Sonra da o müthiş serbest vuruş golünü attı. Günün başarılı kalecisi uçtuğu halde çaresiz kalmıştı.
Gökhan Gönül karın sakatlığı nedeniyle fazla çıkamadıysa da savunmada osun, ilerde olsun çok olumlu hareketleriyle alkış aldı. Selçuk tam futboluna yeni değerler katmıştı ki sakatlık şanssızlığına yakalandı. Tıpkı futbolunu ilerlettiği sırada sakatlanan Uğur gibi. Şimdi 3 hafta takımından uzak kalacak. Tabii Uğur’un ki çok daha uzun sürmüştü. Takımın bir diğer iyilerinden olan Lugano neredeyse golünü gene atacaktı ama olmadı. Aynı korner taktiğini bu maçta da uygularken önü çok kesildi. “Aragones Mirası” olan “kornerlerde topu ceza sahasının dışından izleyerek topa doğru koşmak” taktiğinde hakemlerimiz biraz dikkatli olsa Lugano takımına çok penaltı kazandıracak. Zaten çok sert oynayan Sancak Kaptan Lugano’yu tutma görevini yerine getirmek için ellerini kullanarak yolunu kaç kez kesti saymadım ama hakem bunlardan hiç birisini göremedi. Bu hareketli korner taktiğinin panzehir’inin alan savunması olduğunu kıymetli hocalarımız da, yorumcularımız da göremiyor. Lugano’nu ne yaptığını anlayıp yazan tek bir yorumcu okumadım, dinlemedim.
Kasımpaşa kapanarak savunma yapınca sertliğe başvurması da kaçınılmaz olacaktı. Oldu da ama hakem sarı kartlarında gene çok geç kaldı. Bu da MHK’nın Fenerbahçe taktiği olarak kabul edilip mücadele yolları aranmalı. Ne yazık ki seyirci bu konularda zayıf kalmakta. Şarkılar, davullar yerine maçı izleseler çok daha yararlı olacak. Hakemle mücadeleyi sadece küfür etmek sanıyorlar. Oysa hakemi de sert oynayan rakip oyuncuyu da gözlem altına alıp sık sık protestolarla bezdirecek olsalar seyircinin maça katkısı çok daha fazla olacak. Şarkılı sloganlı gürültüler çıkarmanın takıma hiçbir katkısı yok. Rakip oyuncu da bundan zevk duymakta. Oynadığı takımın kadrosunda olmak bu maçta oynamak onun için gurur verici hale gelmekte, kendisini daha fazla göstermeye çalışmakta. Seyirci ise kendi arasında, tribünler arasında sloganlarla iyi bir eğlenceye gitmişçesine mutlu olmakta. Takımına yararı ise çok az. Örnek: Beşiktaş Çarşı
Volkan hem uçarak yaptığı birkaç müthiş kurtarışla, hem de kurtardığı penaltıyla Alex’ten sonra maça damgasını vuran 2. oyuncu oldu. Zaten şampiyonluklara bçyle ulaşılmakta. Bir maçta bir oyucu yıldız olurken bir maçta da kalecileri yıldız olmakta. Yobo sebep olduğu penaltı öncesi o andaki oyuna konsantre olmamanın verdiği hatayı yapıyordu. Sol tarafa gönderilen yüksek pası son anda fark edip kafası ile önüne indirmeye çalışırken eliyle yaptığı kontrole hakem penaltı düdüğünü çalıveriyordu. Bu hata dışında başka hatası ile karşılaşılmasa da mikser medya ertesi gün onun tüm performansını sorgulamaya başlamıştı bile. Maç sırasında Dia ile Niang’ı yer değiştirdiklerinde ayırt etmek çok zor. Tabii sırt numaraları tam görülmediğinde. Ne var ki ikisinin de performanslarında düşüş var. Tıpkı derbi maçına göre diğer tüm oyuncularda olduğu gibi. Dileriz “İstanbul’un Gece Hayatı” hiç birisine yaklaşmadan teğet geçer.
Fenerbahçe bu galibiyetle liderliğe yükseldi. Bu yeri bir günlük mü ele geçirdi, bir haftalık mı yoksa lig sonuna kadar mı sonraki maçlara bakacağız. Gelecek maçta buluşmak üzere hoşça kalın.
YMM. Okan İnanç
Beşiktaş - FENERBAHÇE: (2 - 4)
Fenerbahçe son haftalarda üst üste galibiyetler alıp, şampiyonluk yolundaki rakipler de puan kaybettikçe rahatlamıştı. Bu nedenle artık Beşiktaşla oynanacak deplasman derbisi için bir puan dahi yeterli olur diye düşünenler çoğalmıştı. Kazanılması halinde ise bir gün için de olsa ilk kez liderliğe yükselinecekti. Beşiktaş için de kötü bir Avrupa maçı sonrası prestij maçıydı. Maç beklenildiği gibi Fenerbahçe’nin golü aramasıyla başladı. Son zamanlarda yaptıkları gibi tüm takım top rakipteyken her topa 2-3 kişiyle koşuyor, topa sahip olunduğunda ise tüm oyuncular sadece rakip kaleyi düşünen hızlı ve ayağa paslaşmalar yapıyordu. Ne var ki bu baskılı futbol fazla uzun sürmedi.
Beşiktaş’ın Dinamo Kiev’den yediği 4 gol de duran toplardan (birisi penaltı) gelmişti. Bunun korkusu ile ilk serbest atışta Selçuk’un kafa vuruşuna birlikte sıçrarlarken Necip’in de kafasını topa yaklaştırması sonucunda birlikte golü attılar. Ne var ki Selçuk’un kafa vuruşuna bir savunma oyuncusunun kafasını koyması bu golü “kendi kalesine” şeklinde yorumlatması yanlıştır. Bu gol Selçuk’un golüdür. Bir futbol gerçeği olarak bu gol sonrası Beşiktaş da iyi bir futbol oynamaya ve golü düşünmeye başlamıştı. Devre biterken sahanın en zor durumda kalan oyuncusu Ekrem kendisinden beklenmeyen bir performansla önce önüne çıkan Andre Santos’u geçip müthiş bir şutla Volkan’ı da geçiyordu.
İkinci yarıya da Beşiktaş beklenmedik iyi futbolla başlayıp 2. Golü de bulunca birden Fenerbahçelilerin başlangıçtaki tüm ümitleri yok olmak üzereydi ki başka bir beklenmeyen olay gelişti. Ferrari Lugano ile maç boyunca yaptığı mücadelede pes etmek üzere olduğundan sinirlenerek rakibinin yüzüne sert bir şekilde vurunca kırmızı kart gördü. Televizyon yorumcularının “ceza sahası içinde Lugano- Ferrari” mücadelesi yorumları da pek bir şey göremediklerinin ispatı gibiydi.
Fenerbahçe’nin yorumcularca anlaşılamayan duran top taktiği eski hocalarından miras kalmış bir taktiktir. Selçuk da duran topta golünü bu taktikle atmıştır önceki maçlarda Lugano’nun golleri de bu taktiğin sonucudur. Lugano her serbest atış sırasında ceza sahasının dışında durmaktadır. Atış yapılırken koşusuna başladığında ise Lugano’yu izlemekten topa bakamayan rakip oyuncular (ki bu maçta bu kişi Ferrari’dir) onun yolunu ya faulle kesmeye çalışmaktalar ya da golüne razı olmaktadırlar. Hani ünlü bir araştırma sorudu var ya: “Duran toplarda adam adama savunma mı yoksa alan savunması mı daha doğrudur” şeklinde. İşte Fenerbahçe’nin bu taktiği sırasında alan savunması yapamayan takımlar çaresiz kalmaya devam edeceklerdir.
Bu maçta Kırılma noktaları da çoktu, maça damgasını vuran olaylar da, maça damgasını vuran kişi de. Tabii bu kişi bir derbi maçında üçleme yapabilen az sayıdaki oyunculardan olan Alex’di. Üstelik Alex maçın büyük bir bölümünde sahada yok gibiydi. İşte zaten Alex’in futbolu da böyle yok sanılırken ortaya çıkan bir futbol gösterisi sunmasından kaynaklanıyor. Olaylar derken tabii ki Lugano’nun neden olduğu kırmızı kart maçın seyrini değiştirmişti. Kırılma noktası da Volkan’ın % 99 gollük bir pozisyonda Almeida’nın ayağından topu çelmesiydi. Dia’nın ise bu maçta top ayağındayken “tutulamaz” sıfatının herkesçe kabul edilmesi bu farklı skorun hak edilen bir skor olduğunu anlatmakta.
Beşiktaş’ın başta Quaresma olmak üzere oyunda hâkim duruma geçtiğinde ise takımın tek hatası bu oyuncuyu sağ çizgide tek kişiyle karşılama yanlışıydı. Çoğu zaman karşısına geçen Santos’a yardım edecek bir başka oyuncu yanına gelmiyor ve tehlikeli pozisyonlar doğabiliyordu. Beşiktaş’ın üstün olduğu dakikalar da bu kanattan gelişmekteydi. Maç sırasında bunun çözümünün bulunması gerekirdi.
Fenerbahçe çok önemli bir 3 puanı deplasman derbisinden çıkartıyordu. Beraberliğin dahi telafi edilebilecek bir sonuç olduğu hesaplanırken bu 3 puan şampiyonluk yolunda çok önemli bir artı oluşturtmuştur. Gelecek maçta buluşmak üzere hoşça kalın.
YMM. Okan İnanç
FENERBAHÇE- Kayserispor: (2 - 0)
Bu maç da önceki maçlarda hep sorulan “bir devam maçı olacak mı?” sorusunu taşıyordu. Üstelik kazanılması halinde averajla bu yıl ilk kez 2.liğe yükselinecekti. Son haftalarda olduğu gibi Fenerbahçe maça çok hızlı başladı. Buradaki “hızlı başlamak” tanımı şöyle açıklanabilir: Top rakipteyken 2-3 kişiyle bastırmak, top ayağa geçtiğinde de çabuk ve ayağa hızlı paslarla ileriye doğru oynamak. Bu oyun tarzı da erken gol getirdi. Presle rakip ceza sahası yakınında alınan top 3 pas sonra Niang’ın ayağından Kayserispor ağlarındaydı.
Ne var ki golden sonra gene izleyenleri korkutan yavaşlatılmış oyuna da dönüverdiler. Volkan Rüştü Ağabey’inin hatırası mirasa devam ederek henüz 15. Dakika dolarken vakit geçirme kurnazlıklarına başlamıştı bile. Bu ise bir Fenerbahçe kalecisine yakışmayan davranışlar silsilesiydi. Diğer oyuncular da Volkan’ın yavaşlatma performansına uyunca izleyicileri bir korku da sarmaya başlamıştı. Bir golle devam eden bir maçın son 15 dakikasının “Fredinin Kabusları” filmi gibi geçeceğini öngörenlerin korkusuydu bu.
Futbolculardaki yavaşlamanın bir diğer nedeni ise “risk yüklenme” korkusuydu. Hızlı oyunda gol ararken hata yapma olasılığını göz ardı eden tüm oyuncular öne geçince bir hata nedeniyle gol yenilmesine neden olma korkusuna kapılmaya başlamışlardı. Neyse ki Lugano’nun farkı 2’ye çıkartan golü geldi de hem oyuncular hem de taraftarlar rahatladılar. Lugano’nun golü gene bir Aragones mirası goldü. Bir gazete “Lugano’nun sırrı” başlığı ile Alex’in kornerlerindeki asistinden söz etmekte. Bu ise Kornerleri de, serbest atışları da asist kabul etme saçmalığının bir sonucu.
“Lugano’nun sırrı” Alex’in kornerleri olmayıp Aragones’in bu takıma kattığı az sayıdaki katkılardan birisinde saklı. Onun öğrettiği şekil rakip kaledeki kornerlerde ceza sahası içinde sadece santrafor kaleciye yakın dururken tüm diğer gol arayanlar ceza sahası dışında topa vurulmasını beklerlerdi. Topa vurulmasına yakın kaleye doğru koşmaya başladıklarında rakip savunma topa mı yoksa tutmaları paylaşılmış oyunculara mı bakacaklarını bilemezlerdi. Bu çok güzel korner taktiği yavaş yavaş terk edilirken sadece Lugano uygulamaya devam ederek bu yıl kornerlerden kafayla 5. Golünü atmış oldu. Oysa bu taktiğin tüm oyuncularla denenmeye devam edilmesi gerekir.
Bana göre maçın en iyisi Selçuk olarak izlendi. Selçuk önemli bir aşama gösterdi. Sadece top ayağındayken değil top rakipteyken de takımına çok yararlı olmakta. Devamlı pozisyon incelemesi yaparak savunmadaki arkadaşlarını, rakiplerinin durumunu saptamaya çalışarak pozisyon alması en önemli özelliği olmaya başladı. Yalnız kendine olan güveni arttıkça rakibe çalım atarak önünü boşaltmaya çalışması bir iki kere top kaptırmasına neden oldu ki bunlara dikkat etmesi gerekecek. Selçuk’la birlikte hocasının ilk kez ön orta alan oyuncusu olarak oynattığı Mehmet Topuz da başarılı bir maç çıkardı. Bu ikilinin Emre olmadığı zaman takıma Baroni’li ikiliden daha fazla yararlı olacağı da anlaşılmakta. Bu maçta Yobo’nun ön plana çıkmasının bir nedeni de Lugano’nun Beşiktaş maçı öncesi sarı kartının bulunmasıydı. Hocalarının ilk hamle sıralamasında önceliği Yobo’ya vermiş olduğu belli olmaktaydı. Alex hem çok koşan görünümüne devam ederek pres bile yapmaktaydı. Ne var ki topa çok sahip olunca bu maçta hata sayısı da biraz fazlaydı. Niang ise Güizavari birkaç golü kaçırmamış olsa maç açık farklı galibiyetle sonuçlanacaktı. Dia’da çizgide tutulması zor bir oyuncu olduğunu ayağına gelen çok sayıda topla ispatladı.
Diğer tüm oyuncular da vasatın üzerinde oynama günlerinde olduklarından bu zor maç kolay kazanılmış oldu. Ne var ki 2. Gol gelmeyecek olsa aynı düşünceler iletilemeyecekti. Bu arada gözler Stoch’u da aramaya devam etti. Bu klâs oyuncudan yararlanmak gerekiyor gibi. Fenerbahçe 4 de 4 başladığı sezonun 2’ci yarısında adım adım ilerlemeye devam ederek 2. liğe ulaşırken Beşiktaş maçını beklemeye başlıyor.
Gelecek maçta buluşmak üzere hoşça kalın.
YMM. Okan İnanç
Manisaspor - FENERBAHÇE: (1 - 3)
Bundan sonra her maçta olacağı gibi bu maç da Fenerbahçe için gene mutlaka kazanılması gereken bir devam maçıydı. İzlerken taraftarı iki kez karamsarlığa düşüren görüntüler oluştu. Bir kere maçın ilk golünü kalelerine girerken izleyerek üzüldüler. Sonra alışılmışın dışında takımlarını ilk yarı beklenen bastıran futbolundan uzak izleyerek ümitlerini azalttılar. Ne var ki bu kez Fenerbahçe taraftarlarına önceki haftalarda izlenen futbolun tam tersini izlettiriyordu. Bastıran, golü arayan, golleri bulduktan sonra bile gol aramaya devam eden bir Fenerbahçe vardı sahada. O kadar 89. dakikada 4. golü atmak için Alex depar atmaktaydı. Demek ki kondisyonu eksik takımla kondisyonu yüksek takım arasında epey fark varmış.
Fenerbahçe sahaya Semih ile Niang’ı bir arada oynatarak başlamıştı. Ne var ki Selçuk’un yokluğunda Baronili takım fazla varlık gösteremiyor, bir türlü hücum üstünlüğünü ele geçiremiyordu. Üstelik Yobo’nun gereksiz yere ayağında top tutarken kaptırmasıyla gol yemekten Volkan’ın şansı sayesinde kurtuluyordu. İkinci yarı başladığında ilk yarıdaki futbol oynanmaya devam ederken Volkan kalesinde gol görüyordu. Savunmanın dengesinin bozulduğu bir an olduğu Bekir’in soldaki akını karşılamasından anlaşılmaktaydı. Lugano’nun sağdan gelen tehlikeyi görmesine heyecanı engel olmuş sol taraftaki topa koşarken sağdan gol gelmişti.
Rakip kale abluka altına alındıktan 8 dakika sonra penaltı olduğu tartışılmayacak bir çelme ile Semih kendini yerde bulunca Alex’e gol krallığında öne geçme fırsatı da doğmuştu. Üst üste penaltıdan gol atmak penaltıcıların en büyük hendikapıdır. Bu korku taraftarlar kadar Alex’e de gelmiş olacak ki top kaleciyi çok zor geçmişti. Bu penaltı gol olmasa Fenerbahçe bu maçı kazanamazdı. Beraberlik Fenerbahçe’yi takım olarak iyice ateşlemiş sağlı sollu akınlarla golü arıyorlardı. Bekir, Gökhan’ı aratmayacak çıkışlarda yararlı işler yapmakta, Alex gene beklenmedik koşular çıkarmaktaydı. Gene de gözler soldan akınlar düzenleyecek Dia’yı ya da Stoch’u aramaktaydı.
Semih’in golü sayılması gereken Niang’ın attığı 2. gol sonrası gene takım savunmaya çekilecek ve golü yiyecek mi korkusu taraftarı sararken bu maçta tam tersi izlendi. Fenerbahçe ani ataklarla golü aramaya devam edince rakip de fazla çıkamadı. 3. gol ise maça gelen taraftarlarca adeta şampiyonluk müjdesi gibi kutlanıyordu. Alex, sağdan gelişen akını görünce çılgın deparlarından birisini atmaya başlamıştı bile. Top ayağına gelir gelmez de zaten belli süratine ulaşmış olan ve topa yetişen Dianın önüne yuvarlayıverince farklı skora da ulaşılmış oluyordu. Takımda en iyiler olarak her zaman olduğu gibi Alex, Emre, Lugano sıralanırlarken son maçların en iyilerinden Mehmet Topuz bu maçta da baş taraflara geçmişti bile.
Fenerbahçe bu futboluna devam edecek olursa, şampiyonluğa şimdilik önünde yer alan diğer 2 adaydan daha yakın görünmekte. Önündeki 2 maçı alacak olursa da bırakmamak üzere tepeye yerleşmesi de bu takımın kendi ellerinde. (Tabii bir de futbolcuların kendilerini “İstanbul’un Gece Hayatı” na olabildiğince az kaptırmaları şartını da unutmadan.) Gelecek maçta buluşmak üzere hoşça kalın.
YMM. Okan İnanç
FENERBAHÇE - Trabzonspor: (2 - 0)
Maçın önemini bilen tüm takım oyuncularının bu bilinçle maça çıktığı maç başlar başlamaz anlaşıldı. Ayağa sert paslarla ve çok kişiyle kalkılan hücum örnekleri mutlak gol isteklerini anlatıyordu. Top rakipteyken de sanki bir Şampiyonlar Ligi maçıymışçasına 3 kişiyle pres yapıyorlardı. İlk gole kadar da maç bu şekilde oynanırken Trabzonsporlular ise sanki fırtınanın dinmesini bekleyen her biri birer fırtınazede gibiydiler. İlk 20 dakika böyle geçerken gol geldi zaten.
Kornerden golü atan Lugano, Aragones zamanının bir oluşumunu hatırlatırken belki kendi de o güzel taktiği hala hatırlamaktaydı. O taktikte, kornere kafa atışı düşünen oyuncular ceza sahasına doluşmayıp dışarıda bekliyor ve atıştan sonra topu izleyerek kaleye doğru koşuyorlardı. Savunma topa mı baksın, koşarak gelen rakiplere mi baksın ne yapacağını bilemez şekilde şaşırınca da topa vurmak kolaylaşıyordu. İşte Lugano’nu kafa golü böyle akıllı bir koşuyla gelmişti.
Trabzonspor daha ne yapacağını düşünürken 2. gol de geliverdi. Bu golde Niang ani hızlanma yetisinin karşılığını alıyordu. Rakip hücuma hazırlanırken presle kazanılan topun bekletmeden ortaya gönderilmesi tam Niang tipi oyuncular içindi. Savunma satandart koşu ile Niang’ı kontrol altında tutarak topa doğru giderken bu ani hızlanmayı beklemiyordu. Maç 2 – 0’a gelince Fenerbahçe bu yıl ki klasiğine döndü ve yavaşladı. Rakibi durdurarak skoru koruma düşüncesi tüm oyuncuları sarmıştı. İkinci yarıya da aynı düşüncelerle başlamışlardı. Hele 65. dakikada Selçuk’un çift sarı kartla oyun dışı kalması bu oyun tarzını kalıcı hale getiriverdi.
Selçuk’un sarı kartlarını ağır ama verilebilecek kart kararları olarak kabul edecek olsak bile Bünyamin Gezer’in bu maçtaki kötü yönetimini son yıllarda, daha doğrusu Haluk Ulusoy zamanının hakemlerinden beri görmemiştik. Zaten Bünyamin Gezer’i kötü bir hakem olarak bir kenara yazmam Ziko zamanına rastlar. Sakin bir şekilde maçları izleyen Fenerbahçe’nin bu Teknik Direktörü’nü sadece bir kere delirmiş gibi bağırıp çağırırken izlemiştik. O da Bünyamin Gezer’in hatalı ve tek taraflı yönetimine tepkisi nedeniyleydi. Bu izlenim bir kez daha gerçekleştiğine göre Bünyamin Gezer, bu ligin en kötü hakemi olarak kabul edilebilir.
Rakip de 10 kişi kaldıktan sonra Volkan’ın vakit geçirme taktikleri hiç hoş olmadı. Fenerbahçe’ye yakışmayan bu davranışları sanırım Volkan, Rüştü ağabeyinden öğrendi. Kalecilerin oyunu yavaşlatma arzusu takıma da yansıyor ve normal oyunlarını oynamak yerine hepsi “şu maç bir bitse de gitsek” havasına girince o üstün takımdan eser kalmıyor.
Fenerbahçe’nin, golü buluncaya kadar oynadığı futbolu her takıma karşı oynayacağı anlaşılmaktaysa da bu oyunu ilerleyen dakikalara da uzatması halinde şu anda 3. durumda olmasına rağmen şampiyonluğun en önemli adayıdır. Tabii bir de futbolcuların kendilerini “İstanbul’un Gece Hayatı” na olabildiğince az kaptırmaları şartını da unutmadan.
Gelecek maçta buluşmak üzere hoşça kalın.
YMM. Okan İnanç